Bir kahkaha ile biten trajedi; Holy Spider

İlknur Bilir
4 min readJan 21, 2023

Dün akşam gece seansında İran asıllı Danimarkalı yönetmen Ali Abbasi’nin 2022 yapımı Holy Spider isimli uzun metrajlı filmini izledim. Filmden çıktıktan sonra, kışın soğuğundan mı izlediklerimin dehşetinden mi bilinmez ürperti içindeydim, fakat ne yürüdüğüm Berlin sokakları Meşhed sokakları kadar korkunçtu ne de ben öylesine bir dini fanatizmin içinde hapsolmuş bir örümcek yuvasındaydım.

“Her kişi kaçışında, kaçtığı şeyle karşı karşıya gelir.”

Film İmam Ali’nin bu sözü ile açılıyor, baştan diyor sanki ben bir “kaçınılmazın içindekinden kaçmaya çalışanlara dair, ölmeden ölümü anlatıp, inanmadan adanmışlığı anlatacağım,” ki bence öyle de yapıyor.

Holy Spider

Din bu hayattaki her sorunun cevabı mıdır?

Film 2001 yılında İran’ın Meşhed kentinde üç çocuklu bir aile babası Hanei’nin (filmde Mehdi Bajestani canlandırıyor) bir yıldan az bir sürede 16 kadını öldürmesini konu alıyor. Film bu gerçek seri katil olayından esinlense de Abbasi katilin ve kadın gazeteci karakterin oldukça önemli bir kısmının kurgu olduğunu dile getiriyor.

Filmin fragmanını izlediğinizde filmin kadına karşı şiddet, İran’ın şeri hukuka göre yönetilmesinden dolayı kadınların yaşadığı var olma savaşını izleyeceğinizi düşünebilirsiniz, ki bu da var fakat filmin kendisi isminin de hafiften fısıldadığı gibi kutsallık ve kutsal atfettiklerimiz üzerine, ez cümle dinin kendisi üzerine bir film.

Seri katil, film boyunca kurbanlarını, ki özellikle sokakta fuhuş yapan, birçoğu uyuşturucu kullanan aslına bakarsanız toplum gözünde de “xerab” yani “düşmüş” olan kadınlardan seçiyor. Bunu yaparkenki motivasyonu ise “hayatta bir duvar ustası olmaktan ziyade daha kutsal bir amaç için dünyaya gelmiş olduğuna inanması.” Hanei, İmam Rıza türbesine nerdeyse her cinayetten sonra gidiyor ve af diliyor, ama öldürdüleri için değil de öldüremedikleri için. Spoiler vermemek için fazla yazamayacağım ama filmde katilin yakalanmasından sonra mahkeme önünde katilin serbest bırakılması için toplanan kalabalığa doğru, katilin küçük (9–10 yaşlarında) oğlunun dönüp annesine; “anne bak, babamın ne kadar çok seveni var.” demesi, toplumda bir tane Hanei değil, toplumun Hanei’nin kendisi olduğunu göstermesi açısından bence önemliydi.

Yönetmen Abbasi, Cannes’daki basın konferansında verdiği röportajda

“bu film bir seri katil hakkında değil, daha ziyade seri katilleşmiş bir toplum hakkında…..İran’da son elli yıldır kadınların bir bedeni yok, bir yürüyüşü yok, sevişmiyorlar, görünmüyorlar, osurmuyorlar, o yüzden filmin sonunda, başroldeki kadın gazetecinin erkek olan arkadaşının yanağına kondurduğu bir öpücük, rüzgara karşı bir çiçek makaslamak kadar şok edici ve yüzümüze çarpan bir etki uyandırıyor” diyor.

Her cevabın dini kurallarla ve öğretilerle cevaplandığı bir yerde, yozlaşmanın ve dinin kendisinin bir olgu olarak nasıl hasta bir topluma evrildiğini çok dolaysız, yüze bir sille gibi gösteren bir film.

Ölüm trajedisinin kendisinden daha büyük bir son

Bir örümceğin öldürdüğü yemlerini yuvasına götürdüğü gibi, film boyunca da katil, kadınları önce kendi evine götürüp öldürüyor, ki burası gerçek olayda da böyle olmuş, sonra da kadınları orda öldürüyor. 16 kadın da baş örtüleri örtülmüş ve çarşafları giydirilmiş bir şekilde ölü bulunmuş. İran gibi, Türkiye gibi her gün en az bir kadının öldürüldüğü ülkelerde artık bu haberlerin manşetlere çıkması öldürülen kadın sayısına ve olayın magazinselliğine inmiş durumda, çünkü sistemin kendisi bir katil yaverine dönmüştür, savcısıyla, kolluk kuvvetiyle ve kurumsallığını yitirmesiyle.

Film’de de Tehran’dan Meşhed’e bu olayları araştırmak ve yazmak için gelen Arzu Rahimi isimli kadın gazetecinin tüm film boyunca, bunun bir trajedi olduğunu kanıtlamaya ve düzen içinde cılız da olsa bir ses çıkarmaya çalıştığını görüyoruz. Katil yakalandığında ise savcıların, polislerin bir şekilde adamı çıkaracağını düşünüyor, ki hiç de yanılmıyor.

Fakat buraya kadar anlatılan bizim toplumumuzda yaşamış olanların trajedi kantarlarında dirhem etmez derecede “hafif, tandık ve sıradan” değil mi! İşte bu cevabın kendisi korkunç. Ve yönetmen nefes kesen son beş dakikalık finali ile bu savı, deyim yerindeyse bok çukuruna batırıp, ağzınıza gözünüze geri sokuyor. Buradan tek başınıza çıkamazsınız diyor.

Filmde katilin tek bir inancı var o da “doğru yaptım, toplumu İmam Rıza’ya olan inancım, Allah için temizledim, bu yüzden de kutsal bir görevdi yaptıklarım,” demesi.

Filmin sonunda katilin oğlunun kameraya gülerek anlattığı bir iki dakikalık olaylar ve katilin sonundaki kaderi, bu filmin bir korku ve gerilim filminden ziyade dini fanatizm ile radikalleşmiş bir katilleşen toplumundan söz ediyor.

Sabah uyanıp, hala filmi düşündüğümden, çok sonra Nietzsche’nin bir sözünü hatırladım, “bir kez uyandın mı, sonsuza dek uyanık kalacaksın”, filmde gazetecenin sondaki görüntülerle anlattığı tam olarak buydu bence, o kutsal katil örümcek sadece kendisi değil İmam Rıza türbesine çıkan her sokaktaydı, her evedeydi ve öldürülmesi gerekiyordu, kendisi, gölgesi, yansıması, hayranları ve kutsalları.

Başrol oyuncusu Zar Amir İbrahimi bu performansı ile Cannes Film Festivalinde en iyi oyuncu ödülünü aldı. Danimarka’nın bu yılki Oscar aday filmi olarak seçildi. Kendisinin bir sex kasedi internete sızdırılınca ülkeyi terk etmek zorunda kalan İbrahimi’nin performansının oldukça kanlı, canlı bir ürpertisi var, çok memnun kalarak ve omurgam korkudan buz keserek izledim.

ha bir de dedikodu, yapımcılar filmi Türkiye’de çekmek istemişler fakat İran ile yakın temasta olduklarından yapımcılara bakanlık tarafından izin çıkmamış bu yüzden de Ürdün’de çekilmiş film. Filmdeki aşk, seks ve çıplaklığı görüp bu nasıl İran’da çekiliyor dememeniz için son bir nottu bu da.

Berlin, 2023

--

--